Eda yanıma kadar geliyor. Yüzüne dikkatlice bakınca bu simayı daha önce gördüğümü anımsıyorum ama bir dakika o zaman saçları siyah ve kısa, gözleri ise kahverengi idi. Şerif Lokum olarak kendimden utanmıştım zira hem yılbaşı gecesi hem otobüste hem de Hosta Piknik’te gördüğüm kişiyi daha dikkatli incelemem gerekirdi. Şimdi ise durumlardan yusuf yusuftu. Lambanın aydınlattığı yere konan yusufçuk ise bu durumu alegorik bir şekilde anlatıyordu.
- Merhaba Şerif Lokum, ben Eda.
- Merhaba Eda, ben Şerif Lokum.
- O evde ne işin vardı?
- Cinayet falanla ilgilendiğim için…
- Herhangi bir bilgin var mı?
- Vallahi yok.
- Kendisini en iyi dedektif olarak tanımlayan birisinin bu kadar cahil olduğunu iddia etmesi de pek hayra alamet değil.
- Müneccim değiliz sonuçta. Olay yerini inceledim. Dolaşırken kendimi bu karanlık mahzende buldum.
- Neyse vakit geç oldu. Seni bırakalım bir de sayın Candan ile uğraşmak istemeyiz.
- İyi o zaman elle…
Cümlemi tamamlayamadım. Sandalye ile birlikte yere düşmeden önce gördüğüm tek şey üzerime doğru gelen bir döner tekmeydi. Çok tekme yemiştim ama bir topuklu ayakkabı ile asla.
Gözümü açtığımda kendimi Karşıyaka’daki sahil kenarındaki bankların birinde oturmuş buldum. Başım fena halde ağrıyordu. O sırada ellerinde çiçeklerle çiçekçi abla yanıma kadar geldi.
- Abe abim bulamadın mı hala birini?
- Bulamadım abla. Bulursam söz ilk çiçekleri senden alacağım dedim ya.
Abla bir şey demeden uzaklaşıp gitti. Ben ise daha fazla geç olmadan minibüse atlayıp doğruca evin yolunu tutmalıydım ki abim bir şeylerden şüphelenmesin. O sırada Akbank’ın oradaki kestaneciden bir paket kestane aldım. İzmir’in ayazı da akşam olunca iyice kendini hissettirmişti. Minibüs duraklarına kadar yürürken bir çocuğun uzaktan uzaktan beni izlediğini fark ettim. Koşsam kesin yakalardım ama bir yandan da hem aldığım darbelerin sersemliği hem de yorgunluğum hala geçmemişti. Umursamaz adımlarla yürüyordum vakit kazanmak için cadde üstündeki vitrinlere göz atıyordum. En güzeli abimin yanına gidip dinlenmekti sonra emekli öğretmen hakkında daha fazla bilgi alabilirdim. Doğruca minibüs duraklarına doğru gittim. Örnekköy dolmuşunda en arkaya oturdum ki kimsenin para işleri ile uğraşmayayım. Mavi loş ışıkları ile minibüsümüz ilerlerken yol üstünde bana feleğimi şaşırtan kız sokak çocuklarına çikolata dağıtıyordu.
V
Ben geleceğim diye bademleri önceden alan abimle çayımız eşliğinde Beyaz Futbol’u izliyorduk. Bu program beyni kullanmayı pek gerektirmiyor, birbiri ardından konuşulan saçma sapan konular insanın düşünce sistemini kırıyor böylelikle kafa boşaltabiliyorduk. Programı yapanlardan birinin HOAYDAA demesi ile abim bana baktı.
- Ne düşünüyorsun cinayet hakkında?
- Değişik. Gerçi şu an pek bir şey düşünemiyorum yorgunum ama değişik. Bir şey çıktı mı evden?
- Hayır. Hemen hemen hiçbir şey çıkmadı. Birkaç kitap, yıllıklar, fotoğraflar. Ha bir de birkaç aşk mektubu çıktı. Okudum baya içli idi. İstersen sen de oku güzel kardeşim. Sap geldin sap gideceksin. Hep cinayet hep cinayet nereye kadar. Senin yaşıtların afet peşinde sen cinayet.
- Dinime küfreden Müslüman olsa. Yaş 30 oldu yolun yarısına geldin sayılır malum devir radyasyon, kanserojen madde devri.
- Eee ne olmuş yani?
- Annem düğün bekliyor…
- Valla nasip bu işler. Konumuza geri dönecek olursak adam edebiyata falan meraklı imiş. Mektuplarında değişik şiirlere atıflar var.
- Mektuplar yanında mı?
- Çantamda akşam bakarsın.
- Tamamdır.
- Eee
- Ne eeesi abi?
- Yok mu hoşlandığın bir kız falan?
- Yok ya. Arkadaşım hoşlanıyor birisinden de Allah korusun yani. Kızla tanışamadı hâla.
- Şu Şair’i diyorsun.
- Hâh ta kendisi.
- Boş ver ya su akar yolunu bulur elbet.
- Tabi gönlündeki sular durulursa neden olmasın.
Bu muhabbetin ardından biraz Galatasaray ahvalinden biraz da memleket meselelerine dair konuştuktan sonra abim yatmaya gitti. Ben biraz daha televizyona baktım. Tesadüf isimli filmi izlerken uyuyakalmışım. Sabah uyandığımda abim çoktan çıkmıştı. Masanın üstünde yeni çıktığı belli olan boyozlar, kumrular ve kaynamış yumurta ve de söğüş tabağı bana rönesans devrinin tablolarını anımsatıyordu. Hemen bir çay koydum. Telefondan da İncesaz’ın Eski Nisan albümü dinlemeye başlamıştım. Şansına abimin kaldığı ev uzaktan da olsa denizi görüyordu. Kahvaltımı güzelce yaptıktan sonra kalem kağıt alıp bir şema çıkaracaktım. O sırada diğer sehpanın üstünde duran aşk mektuplarını fark ettim. Aldım birisini okumaya başladım:
“Bir an kayboldum gibi yaşadın kıyameti/ Yoruldun ama ey kalbim buldun emaneti
Şimdi emaneti bulan kalbime ne söz söylesem geçmiyor halim harap. Bir bakışın esiri olacak adam mıydım ben? Koskoca Fehmi Zülfikar… Kayboldum. Ne yana baksam sen varsın. Suna dedimse sen, Leyla dedimse sen demiş ya şair o hesap. Her yanım seninle çevrili. Kalem tutamaz, kitap okuyamaz hale geldim. Nazarların ne zaman gözlerimi kapatsam aklımdan çıkmıyor. Aşk insanı divane eder derlerdi de gülüp geçerdim. Vay ki gençtim bilemedim. Şimdi sen rüzgarlı eteklerinle kimbilir hangi iklimlerdesin, ben sensiz bu sessizlikle deliler gibiyim. Of Cahit Baba nasıl cümleleri akkor gibi savurmuş şiirlerinde. Herkese seni anlatmak istiyorum ama herkese… Lâkin kimi sana anlatacaksam olsam bir bıkkınlıkla benden yüz çeviriyor. O yüzden günlüğüme anlatıyorum seni. Her saçının teline şiirler yazıyorum bazen, kirpiklerine güzellemeler… Öyle zaman oluyor ki seni yazarken uyuyakalıyorum günlüğümün başında. Sonra sabah paldır küldür okula gitme cabası… Belli bir yaştan sonra Leyla olmak da zormuş. Sanıyorum yakında emekliliğimi isteyeceğim. Sen neden bana hiç yazmıyorsun? Sen neden bana bu kadar uzaksın? Bana inanmıyorsun ama biz birbirimiz için yaratılmışız. Bu sefer cevapsız bırakma n’olur… Bu mektubu da geri dönen mektuplarımın arasında koymak istemiyorum.
Sevgilerimle ve en derin muhabbetimle ve de sana kul, köle olan şu aciz kalbimle
Fehmi.”
Vay be. En son Arif’ Amca’nın Leyla’sına yazdığı mektupları okurken bu kelimeyi kullanmıştım. Sırayla tek tek tüm mektupları okudum hepsinde şiirlere, şairlere bir atıf ve de haklı bir aşık sitemi vardı. Tüm mektuplarında günlüğünden de bahsediyordu. Son mektubuna geldiğimde ise sadece tek bir dize vardı.
“En güzel türküyü bir kurşun söyler.”
O an aklımda iki adet soru şimşek gibi çaktı. Dilimde nedense Akif İnan’a ait bir dize dolaşıyordu.
Adam intihar mı etmişti?
Adamın günlüğü neredeydi?
VI
Abimi arayıp adamın evinden günlük çıkıp çıkmadığı sorduğum zaman duyduğum cevap beni yanıltmamıştı. Tabii ki de o günlük yoktu. Hemen paltomu üzerime geçirip doğruca adamın evine doğru yol almaya koyuldum. Önce minibüse sonra da dolmuş taksiye atlayarak varacağım yere ulaşıyorum. Eve hemen gitmek yerine uzaktan biraz izliyorum. 3 adet çocuk evin dışında nöbet tutuyor ve etrafına bakınıyorlar. Hemen bir bakkala gidip bir paket gofret aldım. sanki adak dağıtıyormuşçasına dağıtmaya başladım. Soranlara ise finalleri bütsüz verdim diyordum. Aşağıdaki parkta oynayan çocuklara biraz dağıttıktan sonra bunların yanına geldim.
- Gençler adak olarak gofret dağıtıyorum alır mısınız?
Çocuklar birbirine şüpheli gözlerle bakıp sonra eve baktılar. Biraz ikna etme kabiliyetimi kullansam ikna olacaklardı.
- Artık sokaklarda pek çocuk oynamıyor o yüzden elimde baya gofret kaldı gelin de size ikişer üçer vereyim. Hatta aranızda en hızlı olan kimse ona bir de gazoz alac…
Cümlemi tamamlamadan çocuklar üstüme doğru koşmaya başladılar. Birisinin gözü hep arkada kaldı ama önemi yoktu o da istem dışı olarak koşuyordu. Gelen çocuklara gofretleri verdikten sonra birinci olanın adını sordum. “Tam gel Cumali, sana gazoz alalım” diyecektim ki diğer ikisinin mahzun gözlerle baktığını hissettim.
- Gelin gençler bu yarışmada üçünüz de birinci oldunuz. Haydi hep beraber gazoz içelim. Belki büyük boy cips de alırız.
Çocukların gözünde bir süper kahraman idim. Üçü de peşimden geldi. Gazozlarımızı içerken sormaya başladım. Diğer ikisi temkinli olsa da sağ olsun Cumali baya rahattı. Tuttukları takımları falan sorduktan sonra işi biraz daha ciddiye bindirmek istedim.
- Gençler o evde ne var? Geçenlerde de polis arabaları falan vardı?
- Ya Şerif Abi, Fehmi Amca yaşardı geçen öldü.
- Peki Cumali, siz korkmuyor musunuz ölen adamın evinin orada durmaya.
- Yoo niye korkalım ki Şerif Abi, biz İşaret Çocukları hiçbir şeyden korkmayız.
- Olummm sussana yaaa
- Salak bu çocuk yemin ediyom gerizekalıı ya
- Olum benlen düzgün gonuşun ha..
- Gençler tamam sakin. Anlat bakalım Cumali.
- Abi Fehmi Amca’ya ait bir defter gibi bir şey varmış onu arıyoz biz. Alın söyledim işte bu da size kapak olsun. Lâkin rakip çete çalmış galiba.
- Rakip çete de kim?
- Yedi Güzel Çocuk Tayfası.
Ondan sonra sokağın başında bir çocuk gözüktü. Diğer üçü yanımdan kalkıp doğruca ona doğru koşmaya başladı. Benim ise kafamda bazı parçalar oturmaya başlamıştı. Öncelikle günlüğü bulmak gerekiyordu. Yedi Güzel Çocuk Tayfasına ise nasıl ulaşacağım hakkında hiçbir fikrim yoktu. Abime sorsam beni yine olağanca sorguya çekeceğinden İzmir’deki elim ayağım ve iki gözüm olan Tarık Baba’yı aramaya karar verdim.
VII
- Özlemişim be Tarık Baba Çamlaraltını
- Özlenmez mi Şerif Baba. Burada az mı Ramazan Hocamla, Şakir Amca ile derin alemlere dalmadık. Az mı sıcak İzmir günlerinde Sarıkız Limon ve Dido ve geceleri kola çiğdem yapmadık.
- Her bir tuğla her bir öğrencinin anılarını taşıyor desene Tarık Baba
- Aynen Şerif Baba. Hâlâ aklımda okulun ilk günü. Neyse, bir girdik mi anılara çıkamayız hem senin de acelen var gibi.
- Benim Yedi Güzel Çocuk Tayfa’yı bulmam gerekiyor.
- Şerif Baba o iş kolay.
- Ciddi misin?
- Yahu senin Tarık Baba gibi bir tanıdığın varken İzmir derya biz kepçe… Meşhur dünyaca meşhur hırsız Danny Ocean ile baş başa kahve içen adamım ben.
- Eyvallah
Tarık Baba’nın arabasına atlayıp doğruca Karşıyaka’nın sahiline gittik. Orada mendil satan çocuğa bir şeyler söyledikten sonra bir banka oturduk. Karşımızda deniz. Arkada gençler Demet Akalın’dan Türkan isimli şarkıyı dinliyor. O sırada mendil satan çocuk yanında başka bir çocukla geldi. Bu çocuğu tanıyordum: Ökkeş.
Bu sefer konumlar değişmişti. Direk soruyu sorarak başladım.
- Günlük nerede?
- Ne günlüğü Şerif Abi…
- Günlük nerede Ökkeş !?
- Abi vall…
- Ökkeş günlük!
- Anlatsana ulan Şerif Abi’ni kızdırmasana!!
- Tamam Tarık Abi kızma ya. Günlüğü biz aldık hemen öldüğünü haber aldıktan sonra ama seni yakaladığımız gün bir abla gelmişti..
- Eda mı?
- Evet, Eda Abla günlüğü aldı ve gitti. Vallahi ne yaptı bilmiyom abilerim.
- Peki İşaret Çocukları hakkında ne biliyorsun?
Ökkeş yüzünü baya baya ekşitmişti.
- Onlar karşı çete…
- Karşı çete mi?
- Evet hiç sevmem.
- Peki bu çetelerin kurucusu kim?
- Bu çete sırrıdır.
- Başlatma lan çetenden söylesene!!
- Tarık Baba sakin. Korkutma çocuğu. Ökkeş sizin çetenin kurucusu kim?
- Fehmi Amca.
- Peki İşaret Çocukları’nın kurucusu kim?
- O da Fehmi Amca.
- Peki sizin aranızda neden böyle bir kavga, anlaşmazlık var.
- Geçen büyük bir yarışma düzenledi Fehmi Amca. Küçük küçük yarışmalar olurdu, ödülleri küçük. Ama bunun ödülü çok büyüktü.
- Eee
- Yarışı onlar kazandı. Hile yaptılar bence ama neyse. Öyle olunca biz de çocukluğumuza yediremedik kaybetmeyi bunları dövdük. Sonra işte aramız açıldı.
- Tamam teşekkürler Ökkeş. Son bir şey daha bu İşaret Çocukları’nın başında kim var?
- Bir tane abi atandı o yarışmadan sonra. Ne adını biliyorum ne tipini. Hep maske ile dolaşıyor.
- Tamam şimdi gidebilirsin.
Çocuklar ayrıldıktan sonra Tarık Baba ile Agora Çaycısı’na gidip çaylarımızı içtik. Kafamda bin bir türlü soru dönüyordu. Tarık Baba ile biraz daha eski anıları yad ettikten sonra o kalktı. Tam ben de kalkıyordum ki yanıma bir çocuk koştura koştura geldi. Elindeki deri kaplı defteri verip kaçtı gitti. Defteri açmadan Fehmi Zülfikar’ın günlüğü olduğunu anlamıştım.
VII
“Ölümler ölüme ulanmakta ustadır diyor bir şair. Bazıları da en güzel türkünün bir kurşunun söyleyeceğinden bahsediyor. Ben ise artık yaşayacak gücü kendimde bulamıyorum. Çünkü o güç bir manadan beslenir ve ben o manayı yazdığın son mektup ile tamamen kaybettim. Hani Hakkı Bulut’un şarkısında dediği gibi: “Ayrılsak da mutluluk dilerim sana/ Katlanmak zorundayım göz yaşlarıma/ Yazdığın haberin her satırına/ Ecelimi yazsan da bu son mektupla” Sen diyorsun ki biz hiçbir zaman beraber olmadık hepsi benim kuruntummuş. Bu dediğine çocuklar bile güler. Gücüm kalmadı artık Neriman. Dayanamıyorum. Bir uyku bölmüyor anılarımı ve bu hayal dünyası artık beni çıldırtıyor. Oysa ben seninle birlikte çıldırmaya da vardım ama sen beni bozuk para gibi harcadın Neriman. Belki bu günlük eline ulaşır da ölümümü daha iyi anlarsın. Tek bir isteğim var senden eğer olur da kabrimi ziyaret edersen. Üstünde sadece Cahit Zarifoğlu’na hayrandı yazsın.
Elveda.
Fehmi”
Günlüğü sondan okumaya başlamakla zekice davrandım. Birkaç sayfa daha okuduktan sonra doğruca Pan Kitabevi’nin yolunu tuttum. Aradığım kitabı az biraz biliyordum. Çünkü cinayetin önemli bir kısmını çözmüştüm. Şiir kitaplarına gidip sarı kaplı şiir kitabını aldım. Günlüğün içinden bir de bir not çıkmıştı: “Kalbinin götürdüğü yere git” Kitabı alıp doğruca vapur iskelesine doğru koşmaya başladım. Fazla beklemek istemiyordum. Nefes nefese kalmış olsam da kalmak üzere olan vapura yetişmiş, üst katta kendime cillop gibi bir yer de bulmuştum. Keyfim yerimde idi. Simit alıp martılara simit bile attım. Vazgeçilmezim olan İncesaz ile keyifli bir vapur yolculuğu yaptıktan sonra Konak’a varmıştım. Sahilden aşağı doğru baya bir yürüdükten sonra benim adlandırmam ile Üçyol Sahili’ne ulaşmıştım. İleride turuncu saçlı güzel bir hanım oturuyordu. Gittim yanına oturdum. Elimdeki şiir kitabından bir şiir açıp okumaya başladım.
“ey kadın kokla beni/ hayatım yasaksınız
gelinmiyor akşam zaman kaplanı/ kaçmıştım yeni bir ırmak şeklinde/ hayvanların ilkbahar sıcakları bölümünde/ kıvrılıp yeniden yakalanıyorum/ cam kesiyor göğüslerimi/ boynuma zümrüt bir gerdanlık atmışım
hem şarklıyım ben/ gövdem yara dolu
sevdiğim kolla beni.”
- Güzel bir şiir.
- Hem de ne.
- Neden bu şiir.
- Çünkü cinayeti aydınlatan şiir bu.
- Nasıl yani?
- Adamımızın mektuplarını ve de günlüğünü okuduğum zaman iki sonuca ulaştım. Bir intihar etmek istediği iki edebiyat aşığı olduğu ama özellikle belli tarzdaki şairleri sevdiğini.
- Belli tarz derken.
- Özellikle Maraşlı şairler olan Yedi Güzel Adam ekolünü…
- Yani…
- Öncelikle Cahit Zarifoğlu’nu daha bir sevdiğini fark ettim. Daha sonra odadaki bulmacalardan birinde sadece “Yanma” yazıyordu. Öyle olunca bunun bir manası olmalı idi. Cahit Zarifoğlu’nun bir sürü kitabının yanı sıra iki şiir kitabının ismi şöyle: Yedi Güzel Adam ve İşaret Çocukları
- Aaa…
- Oluşturduğu çocuk gruplarına bu kitaplardaki isimleri vermiş bir nevi. İşaret Çocukları adlı kitapta sana okuduğum şiir var ve adı da “Yanma”
- O zaman tüm bu düzen…
- Adam kurgusal bir şekilde intihar etmiş.
- Tek başına böyle bir kurgu kurması…
- Elbette tek başına böyle bir kurgu kuramaz. O yüzden İşaret Çocukları bu adama yardım etti intihar etmesinde. Fehmi Hoca o yüzden minik minik yarışmalar düzenliyordu ki ölümü kusursuz olsun.
- Yalnız neden çocuklar?
- Çünkü ceza falan. Bir de kimse çocuklardan şüphelenmez tabi asıl mesele…
- Teşekkürler ŞerLok
Bunu söyleyip yanımdan kalktı ve koşar adımlarla uzaklaştı. Ben ise olayın şaşkınlığıyla kalakalmıştım. Kız gözden kaybolunca aklım başıma geldi ve hayıflandım, numarasını bile almamıştım… Bir süre daha İzmir ile hasret giderdikten sonra abimin yanına geçip bilgileri verdim. Dosya kapanmış, bana Ankara yolları gözükmüştü. Karanlık değil belki ama gri şehre dönme vakti gelmişti. Basmane Garı’na doğru giderken aynı abla ellerinde çiçeklerle geldi..
- Abe abi hala mı bulamadın birini?
- Bir an buldum gibi ama kaybettim de sanki… Sen yine de ver çiçekleri..
Deyip çiçekleri aldım, el bavulumun üstüne güzelce yerleştirdim.
X
Bilet gişesine vardığım zaman nur yüzlü, yaşlı bir amca karşıladı.
- Yolculuk nereye evlat?
- Ankara’ya bey amca.
- O ayaz karanlık şehre gitmeyeli baya oldu be. Evladım peki sen arayanlardan mısın yoksa bulanlardan mı?
- Kim kaybetmiş de biz bulmuşuz ki. O yüzden arayanlardanız.
- Arayan olmak güzeldir. Kaç bilet lazım sana?
- Tek bilet.
- Emin misin?
- E…
O sırada birisi koşa koşa yanıma geldi. Bu Eda ismindeki turuncu saçlı kızdı. Ve doğrudan lafa girdi…
- Tek değil iki bilet.
- İki Bilet mi?
- Tabii ki de bey amca biz dünyanın bütün sabahlarına iki bilet alırız.
- Helal olsun sana kızım. İsimlerinizi alayım.
- Ben Şerif Lokum yanımdaki Eda …
- Eda değil Elif Damla. Elif Damla Aksu.
- Ama sana hep…
- Kısaca bana Eda der tanımayanlar ama adım Elif Damla.
- Ben de Şerif Lokum bana da kısaca ŞerLok derler (evet iğrenç olduğumu başta da söylemiştim bunlar hep yazarın suçu sevgili okuyucu.)
- Hadi bakalım gençler size şimendiferin en güzel biletlerini ayırdım.
Elif Damla ile trene bindiğimiz zaman insanlara bakıyorduk. Kimi önünde daktilosu öyküler yazıyor. Kiminin elinde eski bir defter şiirler kaleme alıyor. Bazısının boynunda fotoğraf makinesi anı fotoğraflarken aynı zaman yorumluyor. Bir diğeri radyodan bir edebiyat programını dinliyordu. Trenin mutfağında iki – üç kişi oturmuş. Güvercinlerle mektupları yolluyor adeta mektuplardan köprü yapıyordu.
Son vagona geldiklerinde bir garip hissettim. Sanki daha önce tüm karakterleri görmüş gibiydim. Şapkalı önünde beyaz bir notebooku olan 27-28 yaşlarında bir kız vardı yanında Didem Madak ve Slyvia Plath kitapları… Bir yanda sanki bir masaldan çıkmışçasına giyinmiş bir delikanlı ve dünyalar tatlısı bir kız. Diğer yanda Marlborosundan bir dal yakmış bir adam ve yanında sarışın bir afet. Elif Damla ve de ben yan yana oturduktan sonra şimendiferimizin makinisti konuşmaya başladı.
- Evet değerli yolcularımız ben makinistiniz Said. Yolculuğa hazır mısınız? Lütfen biletlerinizi hazırlayınız birazdan kondüktör arkadaşımız biletlerinizi kontrol edecek. Hepinize iyi yolculuklar dilerim.
O sırada Elif Damla ile ben karşı karşıya otururken, el bavulunu açıp çiçekçi abladan aldığım çiçekleri uzattım.
Çiçekleri koklayıp bana baktı ve gülümseyerek “Abe abim sonunda buldun mu birini” dedi.
İşte çocuklar bu Elif Damla ile nasıl tanıştığımın kısa hikayesi…
Son.
Bu hikaye ilk olarak 31/12/2015 tarihinde Şimendifer Edebiyat bünyesinde Şerif Lokum Yılbaşı Özel olarak yayınlanmıştır.
Bir yanıt yazın