“Bir hançer bölüyor, ah… rüyaları/ Bir rüya, bir hançer, bir el: ve, ve, ve…”
Kitabın üzerine işlenmiş S ve K harfleri, Sevda Karamürselli’yi işaret ediyordu. Sevda Karamürselli, şarkıcı olmasının yanı sıra aynı zamanda genç yaşına rağmen Türkiye’nin önde gelen parapsikoloji uzmanlarından birisiydi. Özellikle John W. Dunne’nin kitaplarını Türkçe’ye kazandırmış, Muhiddin Arabi üzerine çalışmalar yapmıştı. Kendi bilgi ve tecrübelerini topladığı bir elyazması kitap bırakmıştı ardından. Ardından bıraktı çünkü çok yakın bir zaman önce kendisi faili meçhul bir cinayete kurban gitmişti. Onu takip edenler dışında, bu durum kimsenin dikkatini çekmemişti. Şu an Halit Karamürselli’nin elinde tuttuğu kitap, Sevda Karamürselli’ye ait olan el yazması kitap idi. Elinde tuttuğu saat ise bizzat Sevda Karamürselli’nin özel olarak tasarladığı bir saatti. Bu saat bizim gezegenimizin olağan saat sistemine göre çalışmıyor, daha farklı işliyordu.
Halit Karamürselli, kitabın ilk sayfasını açtı.
Diğer gençler Halit Karamürselli’nin etrafına sanki Heredot Cevdet’i dinleyecekmiş gibi toplandı. Elif Damla parapsikoloji ve metafizik ile ilginleniyordu. Bu kitabı zamanında aramış lâkin bulamamıştı. Şimdi can kulağı ile Halit Karamürselli’yi dinliyordu.
“Büyük sayılar kuralına göre, Dünya’da 7 milyar insanın her gün toplam olarak gördüğü 14 milyar saat rüya vardır. Bunların çoğunluğu anlamsızdır ve ertesi gün bilinçli zihnimizle hatırladığımız günlük yaşamdaki olaylarla herhangi bağlantısı kurulmaz. İstatistiksel kurallara göre; eğer yeterli deneme yapılırsa, istediğimiz sonuç sadece olasılık dâhilinde değildir, büyük bir oranda istediğimiz sonuç gerçekleşecektir. Örneğin, bir kişinin önceden birisi tarafından rüyada ve ertesi gün de günlük yaşamda görülme olasılığı epey yüksektir: 1/4144545. Yakın zamanda yapılan hesaplamalara göre, her gece gezegenimizde görülen rüyaların yaklaşık 1.500.000 kadarı geleceği görme eşleşmesi içerir.
Pavlos, yukarıdakine benzer bir olayın gerçekleşme ihtimalinin pek de sandığımız kadar düşük olmadığını gösteriyor: Hesaplamanın kolaylığı açısından, herhangi bir rüyanın gerçek hayattaki bir olayla benzeme olasılığının 1/10,000 yani 0.0001 olduğunu düşünelim. Bu oran gerçekten de oldukça düşüktür ve neredeyse sıfıra yakındır. Doğal olarak, gerçek yaşamla örtüşmeyen bir rüya görme olasılığı da 9,999/10,000 yani 0.9999 olacaktır (%99). 1 yıl boyunca bu hesabı yayacak olursak, bütün bir yıl boyunca gerçek yaşamla kesişmeyen rüyalar görme olasılığı [0.9999]365=0.9641 olacaktır. Diğer bir ifade ile yıl boyunca gördüğümüz 730 saat süren rüyanın %96.41’inin gerçek yaşamla hiçbir ilişkisi olmayacaktır. Ancak geriye kalan 1-0.9641’lik oran önceden tahmin edilen gerçek yaşam olasılığını göstermektedir ki bu rakam 0.0359’a diğer bir ifade ile %3.59’a eşittir.
Bu aslında oldukça yüksek bir orandır. Çünkü bu oran sadece bir yıllık zaman için ve sadece bir kişi için geçerlidir. Dünya üzerindeki 7 milyar insanın her birinin, yılda 7 milyar x 2 saat gece rüyası x 365 gün olarak düşünüldüğünde ve rüyalarında %3.59 olasılıkla gerçekleştiğini düşünecek olursak her yıl milyonlarca “önceden bilme” olayının olduğu rüya ortaya çıkar. Daha ilginç olarak, dünyadaki herhangi bir insanın 10 yıl boyunca gördüğü rüyalarının hiçbirinin çıkmama olasılığı [0.9999]365günx10yıl=0.6941 iken, gelecekteki olayı tahmin eden bir rüyayı görme olasılığı %30.59 olacaktır.*”
İlk bölümü okuduktan sonra Şerif Lokum ile Elif Damla’nın kafasında mucizevi gibi gözüken durum gayet normal gelmeye başlamıştı. Halit Karamürselli diğer sayfaya geçti.
Sicim teoremi 6 yeni boyut daha önerir, fakat bu boyutları standart anlamdaki mekân ve zaman boyutları değil, bunlara bağlı alt boyutlar gibi tanımlar (bildiğimiz 3 uzay ve 1 zaman boyutu üzerinde dairesel olarak katlanmış ekstra boyutlar). Mesela çok ince bir tel düşünelim 2 mm kalınlığında, bu tel uzaktan bakılınca bizim için tek boyutlu bir doğrudur, diğer boyutları bizim için yok gibidir. Fakat bu telin üzerinde hareket eden bir karınca için telin üzerinde sağa ve sola gidip tur atılabilir ve o yönlerde de boyut vardır.İşte o boyutlar ancak o seviyeye inince anlam kazanır ve her zaman gözükmezler. Membranların oluşturduğu parçacıkların da çok küçük yüzeyler olduğu ve onların seviyesine inince anlaşılabileceği düşünülmektedir. Bu yüzeyler farklı titreşimlerle farklı atom altı parçacıkları, bu atomaltı parçacıklar da birleşerek atomları oluşturmaktadırlar.
Atomun temel yapıtaşları olan proton ve elektron aslında kendisini oluşturan alt parçacıklardan oluşmaktadırlar. Bu parçacıklar, hızlandırıcı ve çarpıştırıcı labaratuarlarda yapılan deneylerle bulunmuşlardır; fakat, “bu parçacıkların altında hangi parçacıklar bulunmaktadır” ve “bunların yapı taşı nedir” sorularına cevap verilememektedir. İşte bu parçacıkları birbirinden farklı kılan sicim teorisine göre, 6 farklı boyut içeren ve değişik titreşimleriyle sicimsi parçacıklardır. Bu sicimler bir frekansta titreşip protonu, başka bir frekansta titreşip elektronu oluştururlar. Sicimler farklı titreşimlerde bulunarak farklı temel parçacıkları oluşturur. bu nedenle bildiğimizden fazla boyut kavramı ortaya çıkmıştır.**
Burada Halit Karamürselli soluklandı. Tahsin eline bir defter, kalem alıp vardığı sonuçları hem yazıyor hem de söylüyordu.
- Şimdi öncelikle bir rüyada geleceği görmenin çok düşük bir olasılık olmadığını bu teoriye göre anlıyoruz. Aynı zamanda sicim teorisine bir farklı bakış açısından baktığım zaman ben her şeyin her şeyle ilgili olduğu sonucunu çıkarıyorum. Çünkü uzun bir tel tutsak ve biz o teli titretirsek telin tamamı titreşir. Sicim teorisine göre bizim vakıf olamadığımız 6 diğer boyut var. Rüyalarda biz biliriz ki ruh bedenden ayrılır yani şu 4 boyutlu maddi dünyadan ayrılır. Belki ruhlar sicim teorisindeki o aşılamaz 6 boyutu aşabiliyordur.
Bahar tüm bu olanları can kulağı ile dinledikten sonra kendisine dedesinin anlattığı bir masalı şu an anlatması gerektiğini hissetti ve söze girdi.
- Dedem bana bir masal anlatmıştı. Masalda bir ermiş bir de çılgın bir bilim adamı kocaman bir küreye bakıyorlarmış. Bu öylesine kocaman bir küreymiş ki üstünde bir sürü insan yaşarmış. Ermiş almış eline ipi başlamış kürenin çevresini iple sarmaya. Çılgın bilim adamı şaşırmış, demiş öldüreceksin insanları. Ermiş bu okunmuş ip, insanları öldürmez sadece kaderleri birbirine bağlanır o kadar. Çılgın bilim adamının içi yine rahat etmemiş ve bir sıvı icat etmiş. İpin üstüne o sıvıdan dökmüş. Böylelikle ip görünmez olmuş. Eğer insanlar o ipi görürse çıldırırmış.
- Eee sonra ne olmuş
- Asıl beni etkileyen kısım şu idi. Bu ip yeteri kadar uzun değilmiş, o yüzden bazı yerlerde eklemeler olmuş ve düğümler oluşmuş. Eğer iki düğüm üst üste gelince bir takım anormallikler olurmuş. Ve aşk bu anormalliklerin ilk haliymiş. Aşık adam kendi küresi olan gönlünü, sarı saçlara bağlarmış da çözemezmiş.
Şerif daha fazla dayanamadı.
- Sonuç ne peki? Buradan varmamız gereken sonuç ne? Sevda Karamürselli bu kitabı yazmış ama bu cinayetle ne alakası var? Tamam fizik üstüne konuşalım. E= mc kare tamam. Ama bunları konuşarak nasıl bileceğiz Zehra’yı Muhsin’i ve diğerlerini kimin öldürdüğünü. Züleyha’yı niye öldürdüler? Iraz Sultan’ı niye? Halit Reis sen çok emin konuşmuştun, açıklasana nedir bu işin sırrı?
Halit Karamürselli kitabı kapattı.
- Biliyorsun senin farklı hissiyat duygun var satrancı bile hislerinle oynarsın. ESP denilen şey sende çok yüksek. ESP: Duyu ötesi algılama. Kalp gözün açık mı desem ne desem bilemedim. Benim de kendime göre yöntemlerim var. Hatırlarsan geçen yıl Yaman’ın uçak yolculuğunu fal bakarak bilmiştim. Yine Tahsin’in ders durumlarını fal bakarak bilmiştim. Geçenlerde geldiğiniz zaman siz Türk kahvesi içtikten sonra senin fincanını kapattım. Çıkan fala baktım. Her şey çok karışık gözüküyordu. Öncelikle senin bir kadınla tanışacağını gördüm. Lakin bu kadın ölüyordu. Sonra Hulusi abi ile konuştum olaylar hakkında bilgi aldım. Geçen gün işsizlikten Muhsin Atalar’ı stalklıyordum internetten meğerse bir ikizi varmış. Böyle olunca durum benim aklıma çark etti. Sen hep Muhsin Atalar ile ilgilendin ama ölen iki kişi daha vardı. Onlarda aynı şekilde öldürülmüştü. Ben ve Hulusi Abi sana haber vermeden gizlice o cinayetlerin üzerine gittik. İlginçtir ki diğer iki adamın günlüklerine ulaştığımız zaman intihar etme isteklerinin olduğunu gördük.
- İyi de abi intihar eden etsin niye benim sevdiklerim ölüyor…
O sırada kapıdan Gani Dalfidan girdi. Elinde asası, üzerinde bembeyaz elbisesi ile. Bahar koşarak Gani Dalfidan’a sarıldı. Gani Dalfidan ellerini açıp dua etmeye başladı. Dua ettikten sonra öne düşen saçlarını geriye doğru attığında ise Şerif ve Elif Damla bu yüzü tanır gibi oldu. Hayır rüyadan değildi bu. Şerif zorlayınca hatırladı. Bu yüz ona rüyayı görmeden önce tantuniyi getiren görevliden başkasına ait olamazdı. Elif Damla da rüyayı görmeden önce tantuni sipariş etmiş o da aynı tantuniden yemişti.
Gani Dalfidan seslendi: Başkalarının aşkı ile başlıyor hayatımız.
Tahsin ile Bahar’ın ellerinden tuttu. “Birbirinizin gözlerinin içine bakın” dedi. Onlar birbirlerine bakarken Gani Dalfidan dua ediyordu. O sırada Hulusi Candan ile Sevda Karamürselli geldi. Tüm anlamsız seramoni Şerif Lokum’un zihnini allak bullak etmişti. Sonra mutfaktan sesler geldiğini duydu. Tayyar Amca, Iraz Sultan ve de Züleyha, biraz önce öldüklerine şahitlik ettiği insanlar, tebessüm ederek yanlarına geliyordu. Arkada Handel çalıyordu. Halit Karamürselli, Sevda Karamürselli’ye ait olan kitabın kapağını kaldırdığında içinde başka bir kitap daha gizli olduğunu gördü. Şerif Lokum diğer ince kitabı alıp okumaya başladı.
“Kendi gününün şafağında, seçilmiş ve sevilen insan Al Mustafa / tam on iki yıl boyunca Orphales şehrinde, gemisinin geri dönüp / kendisini doğduğu adaya götürmesini bekledi…
…bir ses, dili ve ona kanat olan dudakları taşıyamaz. boşluğu yalnız başına aramalı ve kartal, tek başına, yuvasını taşımadan güneş’e uçmalı…
… kadim annemin oğulları, med-cezir süvarileri… ne kadar sık benim rüyalarıma yelken açtınız. şimdi benim uyanışıma geldiniz, ki bu benim en derin rüyam olmalı…***”
Satırları okuduktan sonra tek tek karşısındaki insanlara baktı. Yanında bir tek Elif Damla vardı. Herkes Şerif Lokum’a bakıyordu. Şerif Lokum geçmişe gitti. Lise zamanlarında Z harfi ile başlayan tek gazete olan Zaman Gazetesi’ni almıştı. Nazan Bekiroğlu’nun yazısını okuyordu. “Halil Cibran, Ermiş ve Sınav Sorusu” adlı yazının bu son cümlesi onu derinden etkilemişti. Seslice son cümleyi tekrarladı:
“ne kadar sık benim rüyalarıma yelken açtınız. şimdi benim uyanışıma geldiniz, ki bu benim en derin rüyam olmalı…”
Şerif başını öne eğdi. Gözleri ışıl ışıl parlamaya başlamıştı. Etraftaki masalar havalanmaya başladı. Şerif Lokum’da yüksek bir psişik güç vardı. Kafasından binbir türlü düşünce geçiyordu. Rüya içre rüya. Benden içre ben. İçre…
Elif söze girdi: “bir sevdayım ben candan içre/ Akar gider katre katre”
Yusuf karşısındaki insanları saydı tek tek.
Yaman/ Tahsin/ Halit/ Hulusi Candan/ Züleyha/ Iraz Sultan/ Tayyar Amca/ Gani Dalfidan/ Sevda Karamürselli/ Bahar
Bir eksiklik var diye haykırdı. Bir eksiklik var. Şerif Lokum her ne kadar kendisine Şerif Lokum dediyse de özünde Yusuf Candan idi. Yusufların imtihanı ise rüyalarla idi. Yanındaki Elif Damla’ya baktı. Onu kolundan tutup karşıya fırlattı. Karşısında şimdi tam 11 insan vardı yani 11 yıldız. Koşarak pencereye gitti. Ay batmak üzere, Güneş yavaştan doğmak üzere idi. Yusuf’un yüzünde çılgınlar gibi bir gülümseyiş vardı. 11 kişiye sırtına döndü Güneş ve Ay’a baktı. Cebinden çıkardığı bıçağı tam kalbine saplayacaktı ki Hulusi Candan “DUR” diye haykırdı. Yusuf gülümsedi: “peki BÜYÜK PATRON” dedi ve kalbine bıçağı sapladı.
…
Saim tantunisinden bir ısırık daha alıp konuşmaya başladı: “Yapmaaa Yıldıray yapma… Nasıl büyük patron Hulusi Candan çıkar?”
“Abi hatırlasana bir yerde Küçük Pislik diyordu Şerif Lokum’a abisi oradan ufaktan ufaktan ipucu vermiştim aslında ama açıklamak çok zor değil yani bir nevi köstebek klişesi.”
“Oğlum peki o mezarlıklar, Züleyha’yı Öldür Zehra’yı Öldürmesinler ölen iki adam”
“Sadece vuruldular, zaten o adamlar Şerif’i öldürmeyecekti özel polislerdi Hulusi Candan’ın ayarladığı bir mizansen yani…”
“Zehra…”
“Ev havaya uçtu ama Zehra öldü mü bilemiyoruz, belki o da koşarak uzaklaştı oradan.”
“Peki tüm bunlar neden Yusuf Candan’ın veyahut Şerif Lokum’un başına geliyor? Şu rüya meselesi?”
“Abi Yusufların hayatında bir rüya vardır. İmtihan vardır. Yusuflar kaybolur ama bulunur elbet. Yusuf artık en son bıçağı kalbine sapladığı zaman anlamıştı ölen beden imiş aşıklar ölmez. O an öyle bir yorumladı ki Yusuf kıssasını intihara karar verdi. Zaten hikayede sık sık geçen bir ayet vardı: “Allah dileyemedikçe siz dileyemezsiniz” diye. O an Yusuf hissediyor ve saplıyor bıçağı kalbine. Zaten hayatını değiştiren yazıda geçen kitap: Ermiş. Yani varlığın özüne eriyor bir nevi Yusuf. Aslında bu yaşadığımız hayat bir rüya hepimiz ölümle uyanacağız bu rüyadan. O yüzden hayatını değiştiren cümlede diyor ki “ne kadar sık benim rüyalarıma yelken açtınız.” Yani hayatıma ne kadar müdahil oldunuz. Yaşamıma ne kadar karıştınız ki aslında hayat dediğimiz şey bizim için rüyadan başka bir şey değil. Sonra ekliyor “şimdi benim uyanışıma geldiniz ki bu benim en derin rüyam olmalı…” Yani ölüm anına karar vermesi onun için hem artık hem bir kendini kaybetmişlik hem de bir farkına varmışlık var. Artık orada benden öte benden ziyade diyor.
“Peki intihar haram değil mi?”
“Sevgilisine kavuşmak için helali haramı göremez olmuş artık Yusuf. Aslında burada uç bir düşünce var Saim. Çok da takılma.”
“Peki bu gandalflar, aşk bittiler, bir sürü göndermeler vardı.”
“Onlar bir nevi çeşni ama ben abarttım anlatırken, sonra da toplayamadık işte.”
O sırada Tantunici Abi Saim ile Yıldıray’ın yanlarına geldi.
“Delikanlı çok güzel anlattın be. Özellikle tantuni vurgusu çok iyi idi. Alın ikinci tantunileriniz benden.”
Saim dışarıya bakınca Mehbare Selda’yı gördü.
“Gel Mehbare Selda, bir tantuni de sen ye.”
“Ya geleyim ama akşam ki Nadir Sarıbacak’ın oyununa iki biletim var gelecek insan arıyorum.”
“Bir tantuni ye zihnin açılır boş ver.”
O sırada kapının önünde Raşit’in geçtiği görünce Saim ona da seslendi.
“Raşit ne bu hal oğlum, dalgınsın yine.”
“Abi ben kendi içimdeki karanlık şehirlerin sokaklarında kayboldum.”
“Boş ver al bir tantuni ye”
Yıldıray, Saim’e sordu.
“Sizin şu kiralık ev arayan 3 adam vardı: Arif, Mervan ve de …”
“Bizim arayanlar buldu ya ev sıkıntı yok.”
“İyi bakalım.”
O sırada masaya herkesin tantunisi ve ayranları gelmişti. Yıldıray tantunisinden bir ısırık aldığı an, tantuniciye gelen iki genç “Tefrikalar Tantuni Evi burası mı diye sordu?” Yıldıray masadakilere baktı ve dönüp dedi ki:
“Tantuni ayran, gerisi yalan aga.”
13. Bölüm’ün yani Şerif Lokum’un Sonu
*: http://www.evrenindili.com/component/content/article/142-rueyalar/47-rueyada-gelecei-oenceden-goermek?directory=194
**: http://tr.wikipedia.org/wiki/Sicim_kuram%C4%B1
***: Halil Cibran’a ait Ermiş adlı kitaptan alıntılar.
PS: Siz değerli okurlar hakkınızı helal edin.
Bir yanıt yazın